9 Haziran 2013 Pazar
İnto The Wild / Özgürlük Yolu
Harflerin boynunu bükerek,trajedik hayatın içerisinden yazıyorum.Yazarken kanıyorum.Yazarken ''neden buradayım...'' diyorum.Sonrası zaten içimde sürüp giden bir savaş,kendimle ve yaşadığım hayatla.Soruyorum sorguluyorum,beni çağıran bir şeyler var.Bunca hazır edilmiş yaşamın ortasında tanımsız,belirsiz şeyler.Yakılıp yıkılası kaygılarımı atıp gelmeliyim.Hayır ! Koşmalıyım ardıma bakmadan apansızca.Gri kentleri aşmalıyım.Asfaltı olmayan topraklara bulanmalıyım.Sırt üstü yatmalıyım göğe bakarak.Sabahın dibimde zırıldayacak alarmalar yerine rüzgarı duymalıyım.Güneşten gözümü sakınmadığım güne uyanmalıyım.Yiyip içeceğimin belirsizliğini düşünmeliyim.Tuşlar,klasörler yerine kalemler tutmalıyım.Yazmalıyım bir insan varlığı gözetmeden,onu o harflere sığdırmadan.Mutluluğu bulmalıyım yazarken.Sonra paylaşmalıyım.Paylaşınca mutlu olacağımı anlamalıyım.Altına imza atmayacağım satırlarla dönmeliyim...Dönebilirsem !...
Bakma bana sen.Ben halen buradayım.Bu kesmekeş içerisindeyim.Anlamını bilmediğim ama sonunu çok iyi bildiğim bir masalın figuranıyım.Üstelik herkes gibi.Halen altında eziliyorum bir takım kartlar elimde.Onlar için yaşıyorum.Kağıtlar uçuşuyor elimde adı para diye anılan.Sırf bunlar için savaşıyorum.Sırf bunlar için hergün ölüyorum,öldürüyorum.Öldükçe diriliyorum.Öldürdükçe vahşileşiyorum.Çünki,hep zihnime yüklenen savaşma içgüdüsüyle nefes alıyorum.
Dışı rengarenk boyalara vurulmuş taş bloklara koşuyorum akşamında.Perdeler örtüyorum pencerelerime.Kalın jiletli teller örüyorum etrafıma.İnsanlar dikiyorum o etraflara güvendeyim diyorum.Sabaha kurulmuş gibi uyanıyorum.Çizgisine itina gösterdiğim kıyafetlerimi giyiyorum.Ve hazır oluyorum savaşıma.Yetişmenin telaşında hızlı adımlar atıyorum vasıtalara.Akın akın gelen insan yığıntılarını çarpa çarpa aşıyorum.Gökleri delen plazalardan yankılanan korna seslerinden irkilyorum.Tepede dönen vinçler başımı döndürüyor.Aldırmıyorum.Hayatı sınıflara bölüyorum.Okul hayatım diye başlayıp,iş hayatımla devam ederek evlilik hayatı diye süren öykümün adamııym ben.İşte öyle bölüyorum sabah yediğim poğaçaları.Dostluk arkadaşlık diye kulvarlar çiziyorum.O kulvara menfaatsel fikirler çiziyorum.Arabalarım oluyor savaşarak aldığım.Yarıştırmakta bir savaştır.Modeliyle boyasıyla sevinebiliyorum herkesi ezerek,üstüne basa basa...
Mutluymuş gibi davranmak benim asıl görevim.Öyle sinsi gülüşler öğreniyorum.Hep karelere sığdırıyorum.Herkes görsün.Görsün ki mutsuzluğumu kamufule edeyim diye.Belirli şartlara sığdırılmış sevgiler satın alıyorum ömürlük.Hiç bir beyazın temiz kalmadığı duvaklar açıyorum.Parlak yaldızlara davetler bile bastırıyorum.Altına imzaların karanlandığı,mühürlerin üzerine vurulduğu bir cüzdan daha ekliyorum hayatıma.Çocuklarım oluyor.Avutuyorum.Onlara güzel bir gelecek sunmak için daha çok savaşıyorum eziyorum,eziliyorum.Çünki bu savaşa onlarda ortak olmalı,savasmayı öğrenmeli.Saçlarıma düşen siyahlıktan aklaşan gerçek beyazlığın farkına varıyorum.Ve gidiyorum toprağa.Eriyorum.Toprağa karışıp toprak oluyorum...
***
İnto The Wild / Özgürlük Yolu
İşte böyle benzer bir hikaye ile başlayan gerçek yaşamdan alınmış,filmleşen ve aynı zamanda kaleme alınarak romanlaşan acı öykü.İzlediğimde üzerinde epeydir durduğum hayalime büyük bir ivme kazandırmıştır.Her ne kadar nafile diye plandan öteye gidemesede birgün mutlaka yapılası eylemdir hayata inat.Bir plana kurban gitmemesi için sıksık dillenebilir anlatımlarımda.
Lexander Supertramp...Başarılı bir üniversite hayatı yaşayan Supertramp varlıklı ailesinin anne ve babasının içerisinde sevgi baranıdrmadığı bir evlilikten dünyaya geldiğini öğrenir.Bitirdiği üniversite hayatının ödülü olarak lüks bir araç hediye edilecektir.Fakat o çevresindeki sahtecilikten,klişe hayatlardan,insanların hergün birbirini mutsuzluk için çabaladığı bu hayattan kaçmayı tercih eder.Giderken hiç kimseye haber vermez.Hiç bir zaman da haber alınamaz.Sırt çantasını yükler.Elindeki paraları bir zarfa doldurur,banka kartlarını makas ile paramparça eder ve tek düştüğü notu o para dolu zarfa karalar.
'' bu para ile açları doyurun...''
Supertramp'ın hedefi Alaskaya gitmektir.Yanına hiç bir şey almaz.Ne harita ne pusula.Yola koyulduğu andan itibaren çok çeşit insanlarla karşılaşır hikayeler biriktirir onlarla.Her birinin bu hayatta hepmizin benzer hikayesi olduğunun altını çizeyim.Sorunlu ilişkilerden,beklentili ilişkilerden,para hırsından,yalnızlıktan,atölyelere kapanmaktan süre giden bir takım öyküler.Supertramp bu öykülerin içersinden geçerek izler bırakır...Supertramp bu geçişlerinin izlerini belindeki kemere işler...
Alaskaya güçlükleri aşarak varan Supertramp tesadüfen bulduğu terkedilmiş bir otobüsün içine yerleşerek uzunca bir vahşi yaşamla mücadeleye girer.Yaklaşık iki sene süren bu yaşantıda defterine hayata yönelik birikintilerini yazar.Ve süre dolduğunda , mutluluğun aslında paylaşınca olduğunu kararına vererek dönüşe geçer.Mevsimlerden kıştır.Yazın geldiği Alaska'yı ikiye bölen derenin yağışlar nedeniyle taştığını görür.Bu suyu aşamaz Supertramp yediği bir ottan damarları genişlemesi sonucu o otobüs içerisinde hayata gözlerini yumar.
Filmin sonunda bu hikayenin gerçek yaşamdan,Christopher Mccandless adlı 24 yaşındaki bir gencin hayatını anlatan öykü olduğunu öğrendiğinizde gözler dolar.O çektirdiği tek resimde hafızalara öylece kazınır.Benim burada bilhassa dikkatimi çeken yol boyuncaşahit olduğu başka hayatların mutluluğa geçte olsa erişmeleriydi...
İşte hayatta böyleydi.Mutlu olma şansın yoksa eğer,olamıyorsun.Ne kadar didinsende olamıyorsun.Sonrası tam bir risk.Tam bir kumar.Kaybetmekten korkacağın hiç bir şey yoksa riskler alıyorsun.Bir nevi hayat provasından sıyrılıp gerçeğine koşuyorsun.Bu sefer seni hayat imtihan edemiyor.Kendi imtihanını kendin yapıyosun...
Ve Lexander Supertramp'ın da dediği gibi ;
''hayatın anlamını insan ilişkilerinde arıyorsan yanılıyorsun...''
'' her şeyi gerçek adıyla söylemeli...''
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder